.

Floransa Mozaik Sanatı

Taşın Sanata Dönüşümü.

Rölyef Sanatı

Kabartma ve doku deformasyon. Eskitme çalışması.

Resme giriş ve Karakalem

Resme giriş ve Karakalem Çizim Teknikleri hakkında bilinmesi gereken tüm önemli konular.

Bakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Nisan 20, 2019

Bakır Rölyef & Pipo Çalışması - 3D Dekoratif Tablo


Dekoratif 3D görünümlü tablo. Bakır Rölyef üzerine gerçek Pipo çalışması tablo.
Bu projede; pipo imalatından atık, yarım bir pipoyu bakır rölyef üzerine çalıştık.
Dr. Murat Konakçı pipo atölyesine hediyemdir.

Bakır Rölyef & Pipo Çalışması

Salı, Nisan 10, 2018

Bakır Üzeri Rölyef Çalışması - Selçuklu Arması




Heyecanlı bir sürecin ardından nihayet projeyi tamamlayabildim. Benim için çok eğlenceli ve keyifli bir süreçti.

Bir seneden uzun bir süredir hiç röylef yapmamıştım. Rölyefin ne kadar zevkli bir sanat olduğunu anımsamış hemde yaptığım projeyi kameraya çekerek kendimi ikinci bir uğraşın içine sokmuş bulundum. Sonra çekilen görüntülerin çeşitli professional yazılımlarla düzenlenmesi, hem Facebook hemde Youtube ortamına aktarılması gibi konularlada uğraşınca birazda yorulduğumu söyleyebilirim.
(Bende de bir huy var başladım-mı o bitecek illaki. Bitmeden rahat edemiyorum. :) )
Bu yüzden birazda yorucu bir süreçti.
Kış boyunca tembel tembel gezmenin, yatmanın ardından ne kadar hantallamış olduğumu fark ettim.
Baharın şu ilk günlerinde hızlı bir başlangıç yaparak üzerimdeki bu rahveti bir çırpıda attım galiba. İyide oldu :)

Rölyef Tablo hakkında ise; bir senenin ardından güzel bir sonuca ulaştığımı düşünüyorum. Özellikle doku bölümüne bayıldım. Fakat bir daha bu çalışmayı yapacak olsaydım biraz daha büyük olurdu.
Bide elimdeki bir kaç küçük ebat levha bittikten sonra kesinlikle bundan sonra 100mikron çalışmam. Çünkü çok ince ve hata riski çok yüksek.

Bu proje hakkında söylemek istediklerim bu kadarla sınırlıdır. Umarım beğenmişsinizdir.
Sormak istediğiniz merak ettiğiniz birşey varsa memnuniyetle(özelden veya bu başlık altında) yanıtlayabilirim...

Bu video http://www.unutulmussanatlar.com/ Sanat sitesine ithafen çekilmiştir.
Serkan Koç

Sormak istediğiniz bir konu olursa aşağıya yazabilirsniz. Cevap vermekten mutluluk duyarım.

https://www.facebook.com/profile.php?id=100004180448908


#1 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması  - Desen hazırlığı ~ Pattern preparation


#2 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Desenin aktarılması ~ Copper Relief Transfer


#3 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması  - Kontur çekim ~ Copper Relief Contour


#4 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Hatları Belirginleştirme ~ Copper Relief Lines


#5 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Doku Çalışması ~ Copper Relief Pattern


#6 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Kabartma ~ Copper Relief


#7 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Dolgu ~ Copper Relief Filler


#8 Bakır Rölyef - Selçuklu Arması - Eskitme ~ Copper Relief Antiquity


Bakır rölyefe merak saranların birincil problemlerinden biride "Bakır Eskitme Nasıl Yapılır" olmuştur. Bu videoda geleneksel yöntemde eskitme nasıl yapılır onu göreceğiz.

Bakır eskitme yöntemleri elbette bununla sınırlı değildir. Web sayfamızı ziyaret ederek diğer eskitme teknik ve yöntemleri detaylı bir şekilde inceleyebilirsiniz:


#9 Bakır Üzeri Rölyef Çalışması - Vernikleme ~ Copper Relief Final  polishing


#10 Bakır Üzeri Rölyef Çalışması - Çerçeveleme ~ Copper Relief Final polishing


#11 Final - Selçuklu Arması Bakır üzeri Rölyef

Hazırlayan ve Sunan Serkan Koç



Cumartesi, Mart 25, 2017

Rölyef - Bakır Kabartma Sanatı


Kabartma sanatının bir kolu olan Bakır kabartma  - rölyef sanatı tarihi M.Ö 5000-3000 yıllarında Anadolu uygarlıklarında ve daha sonra

Salı, Aralık 15, 2015

Bakırcılık Sanatından - Lenger




Tarihi çok eskilere dayanan (yaklaşık M.Ö. 5000-3000) Bakırcılık sanatı ile yapılan ve içerisine genelde

Cuma, Ocak 17, 2014

Maden Sanatı Tarihi

MADEN SANATI





Türk maden sanatının uzun bir gelişim süreci vardır. Orta Asya’dan başlayan bu gelişim, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları ile sürer ve Osmanlılara kadar uzanır. İslam maden sanatı içinde Büyük Selçuklu dönemi, gerek yapım tekniği gerek form bakımından öncü tiplerin ortaya çıktığı bir evredir. Büyük Selçukluların maden sanatı konusunda verdikleri ürünler, dünya müzelerindeki kolleksiyonlar arasında önde gelen örneklerdir.

Anadolu Selçukluları döneminden ise, öteki sanat dallarından farklı olarak, çok az madeni yapıt günümüze gelmiştir. Kalanlardan da gerek teknik gerek malzeme bakımından Büyük Selçuklu geleneğinin sürmüş olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemin malzemesi genelde tunçtur. Rölyef ve kabartma teknikleriyle değişik formların denenmiş olduğu görülmektedir. Tümüyle kıvrık dal ve yaprak süslemeli yüzeyler, bağlantı ve destek yerlerinde kullanılan hayvan başları, Selçuklu süsleme tarzının maden üzerinde de sevilerek kullanılmış olduğunu gösteren özelliklerdir. Bu döneme bir örnek olarak Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunmuş olan yuvarlak karınlı Cami Kandili (1280), Ankara Etnografya Müzesi) verilebilir. Bu yapıt, aynı zamanda Nusaybinli olduğu belirtilen ustanın adını da taşımaktadır. Ortaçağ Anadolusu’nda güneydoğu gelişmiş bir bölge idi. Artuklulara ait pek çok bronz yapıtın, 12. ve 13. yüzyıl maden sanatı içinde ayrı ve önemli bir yeri vardır. Bu dönemde malzeme tunçtan pirince dönmüştür. Ayrıca kazıma tekniği, gümüş ve bakır kakma figürlü kompozisyonlar, özellikle de figürlü kufâi yazının olağan üstü örnekleri bu dönem içinde toplanmaktadır.

Osmanlıların Anadolu’da yeni bir güç olarak ortaya çıkışı ile Türk maden sanatında tümüyle farklı bir dönem başlamıştır. Politik gelişim ve değişimin yanında, bu yeni karakterin oluşumunda kazanılan topraklarla zenginleşen malzemenin de büyük katkısı olmuştur. Güçlü Osmanlı yönetimi, çeşitli sanatlardaki gelişimi bir saray okuluna bağlamayı bilmiştir. Farklı malzemelerdeki ortak özellikler bunu doğrulamaktadır.

15, 16 ve 17. yüzyıllar, maden sanatında “Klasik dönem” olarak adlandırılır. Erken dönem ise, yeni form ve yapım tekniklerinin kullanıldığı, Osmanlı karakterinin belirtilmeye çalışıldığı bir arayış olarak nitelenebilir. 15. yüzyılın ikinci yarısında, tüm sanatlarda olduğu gibi madende de ortak bir özellik oluşmaya başlar. Değişiminde önemli bir nokta da Balkanlar’ın alınmasıyla zengin gümüş yataklarının ele geçirilmesi ve bu malzemenin kullanımının artması olmuştur.

Osmanlı karakterinin belirdiği ilk ürünlerden biri de Fatih Camii’nden müzeye geçen gümüş altın yaldızlı Cami Kandili’dir (Türk ve İslam Eserleri Müzesi). Memlük formundan alınmış bu örnekte, delik işi diye adlandırılan ajurun açıldığı bölümler dışındaki yüzeyler, hafif kabartma olarak, kıvrık dal, yaprak ve hatayi süslemelidir. “Kumlama” adı verilen noktalanmış, hafif çökertilmiş zemin ilginç bir özelliktir. Delik işi bölümlerde ise yalnızca rumi süslemeye rastlanır. Bu, Herat okuluna bağlı bir süsleme tarzıdır. Burada, Doğu’dan ve Balkanlar’dan gelen sanatçıların İstanbul’da oluşturdukları, sentez niteliğindeki saray okulunun değişik bir yönü ile karışlaşılmaktadır.

İnanılmaz zenginlikte dönüşler yapan yapraklar, dört yapraklı yoncalar, 15. yüzyıl ikinci yarısının özellikleridir. Bu tür süslemenin değişik bir görünümüne, yer yer altın yaldızla zenginleştirilmiş Gümüş Tas’ın (Özel Koleksiyon) kabartmalarında da rastlamaktayız. Hayvan figürlerinin de süslemeye katıldığı bu örneğin ilginç bir yönü de Bayezid’in tuğrasını taşıyor olmasıdır. Balkanlar’dan gelen sanatçılarla gelişen işçilik, bu tür örneklerde hemen göze çarpmaktadır. Bu dönemde Sırbistan’daki zengin gümüş bölgesi Novo Brado’dan ve öteki kentlerden bir grup sanatçının saraya gelmiş olduğu biliniyor. Bu yolla Osmanlı süsleme tarzı ile Balkan gümüş işçiliğinin birleştiği yetkin ürünler verilmiştir.

Memlük formları bu dönemde ayrıca şamdanlarda da kullanılmıştır. Dip kısmı geniş, Memlük örneklerinden farklı biçimde daha yüksek ve yukarı doğru belirgin olarak daralan gövdenin üzerinde boğumlu boyun kısmı ve geniş mumluk yer alır. Büyük ölçüdeki bu örnekler daha çok, “Mihrap şamdanı” olarak adlandırılmaktadır. Bu tür örnekler için çok malzeme gerekiyordu. Bu nedenle bakır ve pirinçten olanların sayısı daha fazladır. Dini yapıtlar içinde bulunduklarından, süslemeleri de çok azdır. Kimi örneklerde ise vakfedenin adını ve vakfedildiği yeri belirtilen dekoratif yazılara da rastlanmaktadır.

16. yüzyılda, gümüşün yanı sıra bakır yapıtlarda da süslemeye rastlamaktayız. Bu malzeme ile yapılmış örneklerde, kademeli olarak kıvrık dal ve yaprakların üzerinde lotus ile palmetler yer alır. 16. yüzyıl başlarına tarihlenen bakır üzerine kazıma tekniğindeki Tencere’de (Topkapı Sarayı Müzesi) bakır ürünlerin çarpıcı teknik görünümlerinden biriyle, zeminin yatay çizgilerle doldurulmasıyla karışlaşmaktayız. ıç içe gelişen geometrik yüzeyler içindeki bu süslemenin değişik örneklerini kahve tepsilerinde de buluyoruz. Kahve tepsileri ayrıca, Osmanlı maden ustalarının çok sevdiği balık motifi ile de zenginleştirilmiştir.

Bakır, Osmanlı maden sanatı içinde en çok kullanılmış olan malzemedir. Anadolu’da zengin bakır yatakları bulunmaktadır. Ergani-Maden, Kastamonu-Küre ve Karadeniz’de Osmanlılardan önce de işletilen bakır ocakları, bu dönemde de aynı hızla çalıştırılmıştır. Buna bağlı olarak da madenciler esnaf teşkilatı içinde geniş bir yer edinmişlerdir.

16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyıl başından kalan yapıtların çoğunluğu ise gümüştendir. Bu yapıtlarda, keramik alanındakilere benzer formlar görülür. Bu arada maşrapa, ibrik, sürahi gibi öncülüğünü madeni eşyanın yaptığı örnekler ortaya çıkmıştır. Bir yandan da erken dönemin süsleme anlayışı sürmektedir. Yalnız belirtilmesi gerekli önemli bir durum daha vardır: Osmanlı ustası, hep yeni ve değişik bir form arayışı içinde olmuştur. Değişik formlar arasında sayabileceğimiz bir tür de buhurdanlardır. Buhurdanlar, aşağı doğru genişleyen ayak, kulp ve küresel gövdeden oluşur. Kubbemsi gövde kapağı, buhurun yayılması için delik işi dediğimiz teknikle oluşturulmuş, 17. yüzyıl boyunca da yalın çizgilerle elde edilen rumi ve palmetlerle süslenmiştir. 16. yüzyılda örnekleri görülen yüksek mihrap şamdanları, 17. yüzyılda da sevilen bir form olmuştur. Bir başka şamdan tipi ise, yine 16. yüzyılda görülen ama 17. yüzyılda çok popüler olan “Lale şamdanları”dır. Lale şamdanların çok kollu olan örnekleri de bulunmaktadır.

17. yüzyılda özellikle gümüş yapıtlar üzerinde zengin süslemeye rastlıyoruz. Tezhip süslemesi benzeri kıvrık dal, hatayi rozet ve yapraklardan oluşan bir kompozisyonla doldurulmuş dilimli madalyonlar, şemseler, dizi çiçek ve yapraklardan oluşan şerit süsler, bu zenginliği arttıran özelliklerdir. Bu denli yetkin ve uyumlu bir düzenleme de ancak, saray okulunun varlığı ile açıklanabilir. Gümüş üzerine altın yaldızın kullanıldığı, şadırvanın yanı sıra kuş kafesini de anımsatan Buhurdan (Türk ve İslam Eserleri Müzesi), yukarıda sözünü ettiğimiz zengin süslemenin tipik bir örneğidir. Aynı nitelikleri, Sultan I. Ahmed Türbesi’nden getirtilen Gümüş Rahle’de (Türk ve İslam Eserleri Müzesi) de görmekteyiz. Bu yapıtta, bir Osmanlı sultanına yaraşır asalet söz konusudur. Rahlenin üzerinde Sultan Osman tarafından babasının türbesine vakfedildiği yazmaktadır (tarih 1618).

Kumaş, çini, tezhip, işleme ve ahşabın oluşturduğu klasik Osmanlı süsleme sanatı içinde, maden sanatında farklı bir durum hemen dikkati çekmektedir. Tüm bu dallarda 16. yüzyılın ikinci yarısında gelişen natüralist süsleme, maden sanatında birkaç örnek dışında pek görülmez. Bu alanda natüralist süsleme, ancak 18. yüzyılda gelişmiştir.

1698 tarihli Gümüş Bakırdan (Türk ve İslam Eserleri Müzesi) döneminin son yapıtlarından biridir. Yuvarlak kubbe biçimli kapak formu sürmektedir, ama yapıtta aynı zamanda yeni bir anlayışın ilk belirtileri de göze çarpmaktadır. Bu da yavaş yavaş kendini göstermeye başlayan Avrupa etkisidir. Bu dönemde Avrupa ile ticaret gelişmiş, birçok Avrupa eşyası Osmanlı ülkesine girmiştir. Bunun sonucu olarak da süsleme ve formlarda değişik özellikler ortaya çıkmıştır. Öte yandan, maden sanatının kendi içindeki gelişimi de sürmektedir. 18. yüzyılda süsleme repertuarı tümüyle değişmiş, yapıt sayısı çoğalmış, malzemede de ağırlık bakıra kaymıştır.

Bakır, kalaylandığı zaman gümüşe benzemesi, temizlemedeki kolaylığı ve sağlıklı olması nedeniyle Türk mutfağının vazgeçilmez malzemesi olmuştur. Türk yemek kültürüne özgü bir tip de sinilerdir. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki, 18. yüzyılı ait Sini’nin yuvarlak yüzeylerde kullanılan bir düzenlemenin sonucu olarak üç bölüme ayrıldığı görülür. Ortadaki madalyonda ise, Osmanlının çok sevdiği bir motif olan “Mühr-ü Süleyman” yer almaktadır. Bu altı köşeli motifin kökeni çok eskilere dayanmaktadır. Yiyecek ve su ile ilgli formların çoğunda göbek motifi olarak kullanılmıştır. Bir başka inanca göre de Mühr-ü Süleyman motifi dayanıklığın sembolüdür.

Osmanlı maden sanatı içinde en çok kullanılmış olan formlardan biri de ibriklerdir. Su ibriği, abdest ibriği gibi değişik adlar alırlar. Bu arada 18. yüzyıl içinde servi, lale, nar gibi natüralist motifler de süslemeye girmeye başlar. 18. yüzyılın bir başka formuda lengerlerdir. Derin orta kesimi ve yayvan geniş açılan kenarı ile bu bakır tabakların çapı 25-40 cm. arasındadır. Daha çok, bir servis tabağı niteliği taşırlar. Orta kısım, çoğu örneklerde dekorsuzdur. Bazen de Mühr-ü Süleyman motifi yer alır. Bütün süsleme ise, kenar bordürü üzerinde yoğunlaşır.

Kahve tepsileri ise form olarak fazla değişiklik göstermemelerine rağmen, yüzyıllara göre değişen süslemeleri ile zengin bir repertuara sahiptirler. Bereketi sembolize eden balık motifi, kahve tepsilerinin değişmez süslemelerinden biridir. Türk kahve kültürünün önemli bir ögesi de değirmenlerdir. Pirinç silindirik gövde ve kazıma tekniğindeki stilize yaprak süslemeye sahip değirmenlerin, kahve ile ilgili dizeler içermeleri açısından, etnografik yönleri de ağır basar:

Ehl-i keyfin keyfini ne tazeler

Taze elden pişmiş, taze kahve tazeler.

Bu örnek,değirmenlerde yer alan ve çok bilinen dizelerden biridir. Değirmenlerin ilk örneklerini, 18. yüzyıl sonuna doğru bulmaktayız. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan demirden yapılmış küçük Kahve Değirmeni ise, değişik tekniği ile farklı bir görüntü sunmaktadır. Gümüş kakma süslemelerinin yanı sıra altın kakma “Fikri” yazısı da ya sahibini, ya da ustasını belirtiyor olsa gerek...

18. ve 19. yüzyıllarda çok sık görülen bir süsleme tekniği de altın yaldızdır. Bu süsleme tarzı, “Tombak” olarak adlandırılmaktadır. 16. ve 17. yüzyıllarda da örnekleri görülen bu süsleme, bakır ya da pirinç üzerine cıva oksitle yapılan altın kaplama biçimidir. Altın, cıva oksitle karıştırılarak bakır ya da pirinç üzerine sürülür. Isıtılan altın, yüzey üzerine geçirilmiş olur. Teknik güçlüklerine ve yapımı sırasındaki zehirleyici özelliğine rağmen, altından ayırt edilemeyişi nedeniyle zengin sınıfın tombak yapıtlara çok rağbet ettiği anlaşılıyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki Tepsi bu teknikle yapılmış, artık tümüyle yerleşmiş olan Avrupa süsleme anlayışını da yansıtmaktadır. Bu dönemde Rokoko süsleme herkesin beğenisini kazanmıştır. Kazıma tekniğindeki yaprak ve çiçekli dallar tepsiyi çevreliyor. Süslemeli bir madalyon içine yazılmış kitabe ise, 1784 tarihini veriyor. Bu tür süsleme, yeni giren formlarla birlikte 19. yüzyıl boyunca sürmüştür. Klasik armudi gövdeli gümüş gülaptan da tümüyle değişmiştir. Yalnız kaidesi, ayağı ve süslemeleri ile aynı geleneği sürdürmektedir. Sultan IŞ. Mahmud’un kızı Adile Sultan tarafından kocasının türbesine vakfedilen yapıt, üzerindeki Abdülaziz tuğrası ile 19. yüzyıl ikinci yarısına tarihlenmektedir. Bu dönemde klasiğin yanı sıra, yeni formlar da denenmiştir. Üç ayaklı tepsili buhurdanlar, bakır üzerine tombak işleri, süslemenin tümüyle değiştiğini gösteren örneklerdir.

Abdülmecid döneminde tarihlenen altın yaldızlı bir Tunç Musluk (Türk ve İslam Eserleri Müzesi) örneğinde, bu süsleme tarzının değişik bir form üzerinde nasıl kullanılmış olduğu görülmektedir. Öte yandan, ilerleyen zaman içinde askıları da değişik bir tür olarak görüyoruz. Askılar, keramik ya da çeşitli madenlerden yapılır, kıymetli taşlarla süslenir ve türbe, cami ya da saray odalarının tavan ve kubbelerinde, taht tavanlarında süs olarak kullanılırdı. Bu dönemde ayrıca mine tekniğinin kullanılmış olduğu leğen ve ibriklerden oluşan bir grup yapıta daha rastlanmaktadır. Bu tür örnekler İstanbul kökenli olabildiği gibi, bu tekniğin çok gelişmiş olduğu Diyarbakır yöresinde de yapılıyordu.

Kısaca gördüğümüz gibi maden sanatı, form, teknik ve değişen malzemeler içinde her yüzyılda farklı görünümlere bürünmüştür. Bu alanda son olarak belirtilmesi gereken bir durum da yapıtların hiç aşırıya kaçmayan mütevazi bir zevkle yapılmış olmasıdır.

 Tarcan Yılmaz
 istanbul.edu.tr

Cumartesi, Aralık 01, 2012

Trabzon Bakır İşleme Sanatı

Trabzon Bakır İşleme Sanatı



Bölgedeki zengin bakır yataklarından elde edilen bakır,

Cuma, Temmuz 13, 2012

Bakırcılık


Bakırcılık


Bakırcılık Sanatı

"Bakırdan çeşitli alet, avadanlık, silah ve sanat ürünleri yapılması." Ansiklopediler bakırcılığı böyle tanımlıyor. Bakırın bulunması tarih öncesine uzanıyor ve alet, silah yapımında kullanılan ilk maden olduğu da biliniyor.

Son yıllarda arkeolojik kazılarda elde edilen somut veriler, dünyada ilk kez madenciliğin günümüzden yaklaşık olarak 10 bin yıl önce Anadolu’da Çayönü’nde başladığını kanıtlıyor. Nitekim ilk üreticiliğe geçiş evresine ait önemli bir kültür merkezi olan Çatalhöyük’te, M.Ö.7. bin yılda ilk arıtılma işleminin gerçekleştirildiği de anlaşılıyor. Tabiatta yaygın olarak bulunan bakır cevheri, arıtılan madenlerin başında geliyor.

Yapılan kazıların sonuçlarına göre, madencilikte ilk adım olan "tavlama" işleminin, yani madeni ısıtarak yumuşatıp işlenir hale getirme usulünün ilk kez Anadolu insanı tarafından gerçekleştirildiğini yazıyor kaynaklar. Örneğin Çayönü, Çatalhöyük ve Suberde kazılarında M.Ö.7.binyılına ait doğal bakırdan dövme tekniği ile yapılmış iğne, bız, kanca gibi küçük aletler ile bazı süs eşyaları ele geçirildi. En eski dövme tekniğini yansıtan bu alet ve süs eşyalarının,
taş örsler üzerinde sapsız taş çekiçlerle dövülerek işlenmiş olduğunu görüyoruz. Arıtma ve tavlama işlemlerinin bulunuşunu, yaklaşık M.Ö.5. binyılında maden sanatının ana yapım tekniklerinden ikincisi olan ”döküm”ün bulunuşu izler. Eritilmiş madenlerin istenilen
biçimlerde hazırlanmış tahta, balmumu, taş ve çoğunlukla kil kalıplara dökülerek dondurulma işleminin başarılması, dövme tekniğinin gelişiminde tavlama işlemi kadar önemli rol oynar. M.Ö.4. binyılının sonlarında ise, bakıra kalay cevheri kasiterit karıştırılarak ”tunç” alaşımı elde edilirRoma ve Bizans döneminde Anadolu’da çeşitli teknikler üzerinde çalışan gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğunu, günümüze kadar varlığını sürdüren çok sayıdaki eserden anlıyoruz. Büyük Selçuklu devriyle birlikte, İslam maden sanatında çok büyük bir gelişmenin başladığına tanık oluyoruz. Selçuklu sanatının hemen her dalında olduğu gibi, maden sanatında da çok gelişmiş kap yapım ve işleme teknikleri başarılı bir şekilde uygulanmıştır bu dönemde. Pirinç alaşımının Selçuklu devrinde geniş ölçüde kullanılması, Selçuklular’ın İslam maden sanatına getirdiği en önemli yenilik olarak kabul edilir.

Selçuklu devrinde Anadolu’da çeşitli teknikler üzerinde başarılı bir şekilde çalışan gelişmiş maden sanatı atölyelerinin başında Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan ve Erzurum gelir. Gerek kitabelerinde verilen bilgilere dayanılarak, gerekse yapım tekniği ve üzerindeki motiflere dayanılarak Anadolu Selçukları’na mal edilebilen eserlerin her biri olağanüstü bir işçilik sergiler; kap cinsleri, formları, malzemeleri, yapım teknikleri ve süslemeleri bakımından büyük bir çeşitlilik karşımıza çıkar.

Bakır kap yapım teknikleri, "dövme", "dökme", "sıvama (tornada çekme" ve "preste basma" olmak üzere dört ana bölüme ayrılıyor. Binlerce yıldan beri uygulanan dövme tekniği, bakır külçeyi çekiçlemek suretiyle şekillendirilen bilinen en eski teknik olarak çıkıyor karşımıza.

Daha sonra döküm, tornada çekme, preste basma gibi teknikler gelişir ve, yakın dönemlere kadar bakır eşya mutfaklardaki yerini korur. Ancak, 1950'li yıllarda sosyoekonomik yapı hayat tarzını hızla değiştirdiğinden dolayı, alüminyum, plastik gibi ucuz alternatif malzemeler ortaya çıkar. Bu durum da bakırcılığın gerilemesine neden olur. Geleneksel kültürün sürekliliği bu zanaatın tamamen yok olmasını önler. Ancak bakırıcılık sanatı azalarak da olsa devam eder. 1970'lerde ise turistik talebin el sanatlarında yoğunlaşması bakırcılığı da canlandırır ve iç talep de genişler. Bu defa bakır eşya mutfaklarda yemek pişirmek için değil, süs eşyası olarak kullanılmaya başlanır. Yani 50 yıl önce mutfaklardan kovduğumuz bakır eşya şimdi salonlarımızı süsler hale geldi.